Sinemanın Tarihçesi

SİNEMANIN TARİHÇESİ

İlk ortaya çıktığında, içinde bulunulan çağa adını verebilecek kadar büyük değerde bir icat olan, Latince hareket anlamına gelen "kinema" sözcüğünden türeyen, sinemanın kimin elinden dünyaya geldiği çok tartışılan bir konudur. Her ne kadar sinemanın doğuşu Lumiére Kardeşler'e atfedilse de, kanımızca, bu doğru değildir.
Çünkü sinema, birçok çalışmaların sonucu meydana gelen çeşitli alanlardaki değişik buluşların toplamıdır.
Sinematograf icat edilinceye kadar bu alanda yapılmış olan birçok araştırma ve buluşlar ancak meraklı birer fizik denemesiydi; yapılan aletler de birtakım oyuncaklardan başka birşey değildi. Başlangıçtaki bu araştırmalar sinematograf yapılmasını hedeflememişti. Bu kısa yazıda, ondokuzuncu yüzyıldan itibaren bu alanda yapılan çalışmalardan belli başlılarını, sinemanın oluşumunda "temel taşlar" denilebilecek buluşları incelenecek.
Hareket halindeki objelerin optik görünüşünün bilimsel araştırması, İngiltere'de Peter Mark Roget'in 1824'te Kraliyet Ailesi'ne sunduğu bir inceleme ile başlar. "Hareket Eden Cisimlere Nazaran Görme Kuvvetinin Devamı" başlıklı bu inceleme birçok araştırmaların ve icatların ortaya çıkmasını sağlar. Bunlardan en önemlileri, Belçikalı J. Antoine Plateau ile Viyanalı S. Ritter von Stamfer'in yaptığı, birbirinden ayrı olarak hareketin aşamalarını tesbit eden ve resimlerin seri halinde görülmesini sağlayan bir aygıttır (1826). "Phenakistoscope" adlı bu aygıtta, bir disk üzerindeki özel deliklere para ile yerleştirilen resimler, bu diski çeviren şaltın eksenine monte edilen başka bir diskte oluşturulan deliklerden sey-rediliyordu.Bazı kaynaklarda, "o zaman henüz fotoğraf icad edilmediğinden bu iş için ancak el ile çizilen resimler kullanılmaktaydı," denilse de fotoğrafın daha önceden icad edildiğini bilinmektedir. Bize kalırsa, fotoğraf icad edilmiş olmasına rağmen henüz yaygınlaşmamıştı ve çekilen fotoğraflar bu aygıtta kullanılmaya pek elverişli değildi.
Bu yönde yapılan araştırmalar sonucunda, B. Franz von Uchatius adındaki Avusturya'lı bir süvari subayı, daha önce oluşturulan diski, "lanterne magique" (hayali fener) ile birleştirerek resimleri duvara yansıttı (1853). Bundan sonra Plateau Stampfer'in buna benzer çalışmaları da "zoetrop" un icadını sağladı. Zoetrop (hayat çarkı) vasıtasıyla özel olarak hazırlanmış, palyaço, hokkabaz ve hayvan resimlerine dönen bir silindirin delikleri arasından bakılıyor ve bunlar hareketliymiş gibi görünüyordu.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/sinema/63688-sinemanin-tarihcesi.html#post540182
Emile Reynaud adındaki Fransız bilim adamı, bunu biraz daha geliştirerek "praksinoskop" adını verdiği aygıtı icat etti (1877). Bu aygıtta, ortadaki silindirde bulunan yarıkların yerini küçük aynalar almıştı. Resimler dış silindirde aynalara karşı yerleştiriliyor ve cihaz çalıştırıldığı zaman şekiller bir aynadan diğerine akıyormuş gibi görünüyordu. Reynaud, bu aygıt üzerinde çalışmaya devam etti ve 1892'de "Théatre Optique" (Optik Tiyatro) adını verdiği bir salon açtı. Burada kendi çizdiği resimlerin yüzlercesini birleştirerek 15-20 dakika uzunluğunda konulu filmler olarak halka sunuyordu. Bu gösteriler sinematografın yayılmaya başladığı 1900'lü yıllara kadar devam etti.
Artık, fotoğrafın icadından sonra belli bir süreç geçmiş ve fotoğrafçılık gelişerek yaygınlaşmaya başlamıştı. Coleman Sellers adında Philadelphia'lı bir makine mühendisi fotoğraftan yararlanmak, bu "temaşa" icadını sinemada kullanmak istedi. Sellers, 1860'da oğullarının bir sandığa çivi çakmasını seri hâlinde fotoğraflarla tesbit etti. Sonra bunları bir çarkın etrafına sıralanmış özel deliklere yerleştirdi. Bu çark çevrildiği zaman belirli bir görüş açısından bakınca, resimler hareketli gibi görünüyordu. Sellers bu icadına "kinematoskop" adını verdi. 1861 yılında bu aletin patentini aldı. Daha sonra, Philadelphia'lı mühendis Henry Renno Heyl, Sellers'ın "kinematoskop" denilen fotoğraflı çarkının resimlerini bir ışıkla duvara yansıtmayı başardı. "Fasmatrop" adını verdiği bu aygıtla vals yapan bir çiftin üç defa tekrar edilmiş, altı pozdan oluşan ilk kaba filmi çekti (1870).
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=540182
1872 yılında aslında sinemanın gelişmesine katkıda bulunmak amacı düşünülmeden gerçekleştirilmiş olan bir çalışmayı da burada belirtmek gerekir. Leland Stanford at yürüyüşünün ayrıntılarını öğrenmek ister. Zengin birisi olan Stanford'un görevlendirdiği mühendislerinden John D. Isaec 12 fotoğraf makinesinden oluşan bir devre kurarak, poz süresini 1/2000 saniyeye kadar düşürür. Ayrıca, hızlı çekime uygun filmlerin geliştirilmiş olması sonucunda 1877'de hızlı hareket eden nesnelerin fotoğrafının çekilmesi mümkün olur.
Bununla birlikte, Avrupa'nın birçok yerinde "görüntü" sanayiî üzerine çalışmalar devam ediyordu. Thomas Alva Edison fonograf üzerindeki çalışmaları bitmek üzereyken, fonografın kulak için yaptığını göz için yapmayı düşündü.Edison, önce bir silindirin üzerine bir sıra küçük resimler dizdi. Silindir döndürülürken, makinanın bir yanına konmuş olan bir büyüteçten bu resimlere bakılıyordu. Fakat, o dönemde kullanılan fotoğraf filmlerinin yapısal özelliklerinden dolayı bu çalışma tam anlamıyla başarılı olmadı (1887). Edison araştırmalarına devam ettiği sırada, George Eastman mitoselüz esasına dayanan fotoğraf camları yerine, selüloit kayıt ortamlı esnek fotoğraf filmleri yapmayı başardı (1889). Eastman'ın bu buluşu, sinema tarihi açısından çok önemliydi çünkü bu filmler olmadan sinemanın ortaya çıkması düşünülemezdi. Edison bu filmlerden yararlanarak, önce seri fotoğraflar çeken "kinetograph" adında bir alıcı makine; sonra da çekilen seri hâlindeki fotoğrafları göstermek için "kinetoscape" adı verdiği başka bir aygıt yaptı (1890). Kinetoskopu basit bir şekilde tanımlamak gerekirse, bir yanında bir mercek bulunan bir kutu vardır. Bu kutunun içinde, merceğin önünden filmler geçirilir. Filmin arkasında da bir ışık yanar. İlk makineler saniyede 48 resim geçirirdi. Ancak, kinetoskop tam bir "gösterici" değildi. Yansıtılan resimler sadece bir seyircinin bakabildiği özel bir izleme aygıtından izlenebiliyordu.Edison'un vardığı en önemli sonuç,üzerine çok kısa aralıklarla fotoğraf çekilebilen bir fotoğraf filmi kullanmasıdır. Hiç şüphesiz, bunu başarabilmesinde en önemli pay sahibi selüloit kayıt ortamlı fotoğraf filmlerini bulan George Eastman'dir. Daha sonra, Thomas R. Lombard, Edison'un bu icadıyla ilgilenerek "çağın teknoloji harikasını" halka göstermek istedi. 1894 yılının nisan ayında Broadway'de ilk defa bir kinetoskop salonu açıldı. Bir makinede sadece bir kişi film izleyebildiği için, bu salona yan yana birçok kinetoskop makineleri yerleştirildi ve para ile halka film gösterilmeye başlandı. Aynı yılın sonlarına doğru Edison'un yaptığı bu makineler satışa sunuldu ve birçok Avrupa ülkesine de ihraç edildi.
Edison, kinetoskopta görülen şeyleri perdeye aktarmak için çalışırken, Washington'da Thomas Armat modern projeksiyonda kullanılan bir prensibi keşfetmeyi başardı. Armat'ın "vitascope" adı verdiği bu aygıt, her resmin objektif önünde bir an durmasını sağlıyordu. 1896'da Koster ve Bial's müzikholünde "Edison Projektörü" diye halka tanıtılan cihazın, Armat'ın vitaskopu olduğu ortaya çıktı. Armat ile Edison arasında önce tartışmalar yaşansa da, daha sonra anlaşmaya varılmıştır.